Bir simit iki mutluluk...

Tüm gücümle zamanı kovaladığım günlerden bir gün iş çıkışı kendimi ansızın (eve giden yolun dışında) Eminönü otobüsünde buluverdim. Bana neyin böyle yaptırdığını bilemiyorum. Zihnim otobüsün kalabalığı ve rehavetinden sıyrılmış, cam kenarından dışarıyı izliyordum. Duraklar arasında ağır ağır ilerleyen otobüsten gelen seslerle yolcuların konuşmaları birbirine karışıyordu. Yolculuk böyle devam ederken açık camdan burnuma gelen denizin kokusu Karaköy’e yaklaştığımın en güzel kanıtıydı. Köprübaşındaki durakta inip sırayla dizilmiş balıkçıların arasından yürürken o kovaladığım zamanın bir süre durmasını çok isterdim. Güneş batıyordu karşımda gözlerime dolan eşsiz bir manzara ve tüm karizmasıyla sağımda Galata kulesi… Meydana doğru ilerleyip kendime bir simit bir de çay aldım. Tam çayımdan bir yudum alacakken yanımdaki merdivenin başında öylece oturan bir çocuk gördüm üstü pek parlak değildi gözleri mahzun bakıyordu. Yanına gidip oturdum. “Simit ister misin?” diye sordum istemedi,...