Kayıtlar

Adsız...

Resim
Bugün tuhaf bir durgunluk vardı peşimde, ara ara soluğumu seyrelten etkisi boşluğa düşen cümlelerimle kendini daha da gösteriyordu. Çok da aldırmadım ilkin, biraz rutin işlerime birazda sohbete muhabbete dalar gibi oldum. Adını tam koyamadığım ama varlığını hissettiren sade içsel bir sakinliğe dönüştü. Çayımı alıp bir kenara oturdum, bir yudum aldım demden önce dumanından. Vakit ilerledikçe akşam penceresinden sızarken odanın, eşyaların silüetleri bir bir siliniyordu. Sessizlik yorgan misali uzanmışken şehre, içimde yeşeren dizeleri kağıda dökmekten kendimi alamıyordum... Bilmem ki saatin kaçı şimdi Elimde kağıdım kalemim Kararlıyım sessiz sözsüz Ayırmaya gündüzü geceden Yanmam ki düşer sayfama çayın demi Kağıtta leke, pencerede dumanım Saatler tehditkâr ve sabırsız Sızar gibi efkarım yüceden Duymam ki nerede uykunun sesi Yazarım iz bile olsa kelamım Düşüverse başım öne apansız Aciz kalsa da mürekkebim heceden Görmem ki ışısın bir yıldızın feri Beyaza kör, siyaha ayanım Dilim lal, yüre

Askıda eskiyenler

Resim
  İnsan zihninin ardında görünmez askıları vardır diye düşünürüm hep. Hayalleri, beklentileri, özlemleri, iç geçirdikleri, kayıp gidenlere kayıtsızlıkları... Sayamadığım, bilemediğim daha kaç tanesi, nicesi. Ne bırakırız yitip gitsin geçmişin sayfaları arasında, ne de tutarız ellerinden can bulsun yaşam yolculuğumuzda. Belki bizim için askıda küf tutmuş bir yarım kalmışlığın zaferle taçlandığı bir emsal, belkide öylece geçen boş bir vakitte zihnimize uğrayan davetsiz misafir hatırlatır en çok da onları bize. Yıllarca özenle saklayıp kullanmaya da kıyamadığımız eşyalar, ömrünü kapalı dolaplar altında geçiren naftalin kokulu kıyafetler, farkedip planlayıp bir türlü uygulamaya geçirilemeyenler, bir gün... Diye cümleye başlayıp bitirebilecek kadar öncelik tanınmayanlar, hayali seyahatler, bir anlık çılgınlıkla gelen cesur başlangıçlar ve ardına iliştirilen bahanelerle sonu gelmeyen kararlar, içimizde uhde olarak barınan söylemeye de dilimizin varmadığı sözler, yaşamın ağırlığı altında bit

Bir pazar nostaljisi...

Resim
  Mevsim kıştan bahara dönerken yüzünü, hala kafası biraz karışık gibi bu aralar. Çıplak eller için soğuk, kalınca örtülü bedenler için sıcak bir halde ilerleyen günde güneşe olan özlemim ve kendimle başbaşa çıktığım yürüyüşten aldığım keyif için biraz dışarı çıkıyorum. Cadde boyunca türlü istikamette yol alan insanları ve araçları geçtikten sonra caddenin sol tarafındaki küçük nostalji dünkkanının önünde duruyorum. Vitrine şöyle bir göz gezdirdikten sonra, onca yıl ve bu detaylar... herşey bu küçücük dükkana nasıl sığmış diye aklımdan geçirip, esyaların büyüsüyle bir zaman makinasından geçercesine dükkana adım atıyorum. İçerde derin bir sessizlik hakim, sıkı bir nostaljisever olarak, onlara duyduğum evrilmemiş masumiyetin özlemi ve vefayı göstermek için birkaçına dokunup "eski fotoğraflar ve sizler olmasaydınız, bu yoğun hayata anlamlı bir mola verip nasıl yâd edebilirizki anılarımızı" diye içimden geçiriyorum. Geçmiş farklı farklı suretlerde karşımda şuan. Küçüklü büyüklü

Sakin bir İstanbul sabahı

Resim
  Sakin bir İstanbul sabahına uyanıyorum, gözlerimde hala uyku mahmurluğu, evimde yönünü kışa dönmüş hafif üşüten bir sonbahar serinliği... Hergün penceremin önüne gelen, griyle karışık bakır tonlarında tüyleri ve kendine has ötüşleriyle bana huzuru ve evimde bir gün daha sağlıklı bir şekilde uyanabildiğimi hatırlatan tatlı kumruların sabah kahvaltısını verdikten sonra, ev halkını uyandırmadan sessizce ilişiyorum balkondaki köşeme. Sokağın girintili arnavut kaldırımlarında sabahı benden önce karşılamış olanların adım sesleri duyuluyor. Uzun seyahatten döndüğü belli yorgun bir yüz ve onu takip eden valizinin tıkırtıyla ilerleyişini dinledikten sonra, fırından aldığı sıcak ekmeğe dayanamayıp poşetin ucundan bir parça koparan çocuğun ürkekçe etrafına bakıp, kimsenin görmediğine emin olduktan sonra ekmeği yerken yüzünde oluşan masum mutluluğu gülümsetiyor beni. Mevsimin zamanla dans edişi sabahın erken saatlerinde daha net canlanıyor bu tarihi semtte. Yer yer baharın renkli tablosunun baş

Yaralar iyileşmez, susmayı öğrenir...

Resim
Yara diye tanımlarız yüreğimizde iz bırakan olumsuz yaşanmışlıklarımızı... Kimi zaman dağları taşları yerleri gökleri inleten bir feryatta, kimi zaman da kimsenin göremediği duyamadığı bir derinlikte ve yakıcı bir sızıntı şeklinde belirir. Önce alev alır hararetle savrulur bulduğunu kavurmak istercesine, sonra yavaş yavaş kor olur rüzgar okşadıkça başını, ardından köz olur zamanın ağırlığı çöker omuzlarına, sonra kül olur, iz olur ve en sonunda da his olur... An gelir göze yerleşir siler ferini An gelir söze yerleşir kısar sesini An gelir tene yerleşir çeker elini An gelir bedene yerleşir keser nefesini Devam ettikçe yaşam mücadelesi evrilip hayatın tozuna dumanına karışır gibi gelir ilk zamanlar bize ama ayrıştırıverir onu içimizde canlandığında anılar, işte o zaman düşünürüz ki o yara hep orda, biliriz ki bekler zihnimizde gezinen bir hatıranın ayağı takılsın da kanasın diye ve kanayıp kabuklandıkça varlığını kabullenişimiz başlar. Anlarız ki bunun azı çoğu başı sonu yok, yaşam devam

Tarih 06.02.2023 saat 04.17...

Resim
Simsiyah bir sabaha uyanan memleketimin koynuna düşüyor alev topu apansız, yer gök yangın yeri... Çığlıklar dolduruyor ayrılan duvarların boşluklarını, bir anda ayaklar altında kalan sımsıcak yuvaların, arşa yükselen tozları yapışıyor nefeslere. Mevsim kış gökten yağan ne kar nede yağmur, gökten yağan tek şey feryat ve bekleyiş... Kurulmak güzelleştirmek için çalışıp günleri ayları yılları harcayıp, geceyi gündüzü birbirine bağlayıp ömür feda edilen evler yuvalar eşyalar, onlar için verilen emekleri ve içinde yaşanan en güzel anları umursamaksızın, şimdi birer düşman gibi enkaz olup geçmiş karşımıza sevdiklerimizi çalmakla tehdit ediyor ve çalıyor da bizden... Hangimiz bilebiliriz ki hayatımızın bir dakika içerisinde bu denli altüst olabileceğini, caddeleri sokakları parkları insanlarla çocuklarla dolu, güzelliği ve tarihiyle her karış toprağı kıymetli memleketimde  ölümün acının kol gezeceğini... Şimdi haykırmak istiyorum!! Şefkatli ellerle birdaha başı okşanmayacak öksüzlerin, mutlul

Bir tutam kış, bir tutam bahar

Resim
Merhaba kış, yine mevsimi ağır ağır demleyip, bir süzekten geçirircesine ayırıyorsun bizi bahardan. Yağdıkça ılık yağmurun, susuzluktan çatlayan tenine doluyor dünyanın ve dokusu yumuşadıkça kayboluyor baharın gizemli melodisi yaprak çıtırtısı. Islandıkça bütünleşiyor toprakla tabiatın yorgun sureti ve uzunca bir uykuya çekilmek için ayrılıyor bahar bir süreliğine aramızdan. Bir elinde ayrılığı diğer elinde kavuşmayı taşıyan mevsim, farklı farklı hayatları bilinmez suretlerde ziyaret ediyor ve her insanın zihninde sakladığı ajandasına sadece kendi okuyabildiği bir alfabeyle satır satır kaydoluyor. Kimimiz için, sıcacık evinin bir köşesinde çayını yudumlayıp pencereden yağmuru izlemektir kış, kimimiz içinse aynı pencereden yağan yağmura tedirginlikle bakan bir çift göz... Kimimiz için ayakları su içinde ama sırtı kocaman bir anne paltosuna sarılı soğuk parmaklı sıcak nefesli bir çocuk, kimimiz içinse heryanı ıslanmış soğuktan titreyen bir annenin onu izleyen minik gözlere bakıp tebess