Bir pazar nostaljisi...


 

Mevsim kıştan bahara dönerken yüzünü, hala kafası biraz karışık gibi bu aralar. Çıplak eller için soğuk, kalınca örtülü bedenler için sıcak bir halde ilerleyen günde güneşe olan özlemim ve kendimle başbaşa çıktığım yürüyüşten aldığım keyif için biraz dışarı çıkıyorum.
Cadde boyunca türlü istikamette yol alan insanları ve araçları geçtikten sonra caddenin sol tarafındaki küçük nostalji dünkkanının önünde duruyorum. Vitrine şöyle bir göz gezdirdikten sonra, onca yıl ve bu detaylar... herşey bu küçücük dükkana nasıl sığmış diye aklımdan geçirip, esyaların büyüsüyle bir zaman makinasından geçercesine dükkana adım atıyorum. İçerde derin bir sessizlik hakim, sıkı bir nostaljisever olarak, onlara duyduğum evrilmemiş masumiyetin özlemi ve vefayı göstermek için birkaçına dokunup "eski fotoğraflar ve sizler olmasaydınız, bu yoğun hayata anlamlı bir mola verip nasıl yâd edebilirizki anılarımızı" diye içimden geçiriyorum.
Geçmiş farklı farklı suretlerde karşımda şuan. Küçüklü büyüklü boy boy radyolar, ahizeli tuşları çevirmeli telefonlar, pilli el oyunları, sırayla dizili plaklar, yeşilçam oyuncularının siyah beyaz fotoğrafları, kartpostallar, mp3 çalarlar, duvarda asılı el emeği kanaviçe tablo, üzerinde dantel örtüsüyle küçük bir tüplü televizyon, ahşap eskitme bir sehpada yanında ince belli çay bardağıyla gazetesi olan satırları küf tutmuş mağrur daktilo ve daha sayamadığım neler...
En çokta büyükçe bir kutunun içine doldurulmuş kasetler etkiliyor beni. O dönemin ve hatta her dönemin en iyileri zamansız şarkılar ve seslerle dolu bir kutu. Takvim geriye doğru akıyor bu yerde...
Sınırlı sayıda olmak şartıyla en sevdiklerimizi büyük bir itinayla seçip liste yapar kasetçilere götürür, tekrar geri alacağımız günü sabırsızlıkla beklerdik. Teybe kaseti takmamızla birlikte sanki bizim yerimize onlar söylerdi, bir tarafını dinledikten sonra kapağı açıp kasetin tersini çevirmek, dinlerken bozulan sesi farkettigimiz an bir kalem yardımıyla kasetin gevşeyen film şeridini tekrar sarıp dinlediğimiz anlar geliyor gözümün önüne... Kimi zaman eşlik eder, kimi zamanda kapalı kapılar ardında atan yüreğimizi sadece o şarkının ziyaretine açar gibi sessizce dinlerdik.
Çünkü onlar olurdu bazen sığındığımız limanlar, gözlerimiz gözlerimize fısıldardı sözlerimizi. Dinlerken bakışlarımız bazen karanlığı silen bir gün ışığı, bazende enerjisinin son demlerinde kırpıştıkça can çekişen solgun bir sokak lambasıydı.
İşte o zaman yetişirdi Sezen, o muhteşem melodisiyle önce "Firuze" diye giriş yapar ve ardından gelen "Küçüğüm"le sakin ve naifçe işlerdi ruhumuzu...

Ne kadar az yol almışım
Ne kadar az yolun başındaymışım meğer
Elimde yalandan kocaman rengârenk
Geçici oyuncak zaferler
Küçüğüm daha çok küçüğüm

Geçmişin, gelecek karşısında hala dimdik ayakta olduğunu, çünkü her günün ve her anın sonunda kendisi gibi olacağının kaçınılmaz olduğunu daha iyi anladığım bu yerde, o dilsiz eşyaların bana neler söylediğini duyabiliyordum. Dışardaki sesler ise artmasına rağmen, benim için artık bir camın ardından geliyormuş gibi azalıyordu. Zihnimde bir yandan Sezen çalmaya devam ederken dükkandan ayrılıp, güzel havadaki yürüyüşüme, anılarımla dolan kalabalık zihnim ve ben tüm sesleri ve insanları silmişcesine yalnız devam ediyorduk. En güzel anılarınızın hafızanızda daim, dudaklarınızda tebessüm, gözlerinizde ışık olması dileğiyle esen kalın...

Yorumlar

  1. Bizi acitmayan anılar biriktirmek ve bu yaşanmışlıkları sahip çıkıp ders niteliğinde kendimizi eğitmek. Seni yetiştiren güzel insanlara selamm olsun;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaa değilmi keşke hep öyle olsa ne güzel söylediniz. Estağfurullah çok teşekkür ederim:)

      Sil
  2. Cok guzel bir yazı olmuş geçmişe götüren geçmişi özleten yüreğine,kalemine saglik...Geçmiş belki de düzgündür. Kargaşada bile bir ahenk vardır. Neyin neden olduğu bugün değil, en nihayetinde ayan olur.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yaralar iyileşmez, susmayı öğrenir...

Duygusal gezgin

Sakin bir İstanbul sabahı