Sakin bir İstanbul sabahı

 




Sakin bir İstanbul sabahına uyanıyorum, gözlerimde hala uyku mahmurluğu, evimde yönünü kışa dönmüş hafif üşüten bir sonbahar serinliği... Hergün penceremin önüne gelen, griyle karışık bakır tonlarında tüyleri ve kendine has ötüşleriyle bana huzuru ve evimde bir gün daha sağlıklı bir şekilde uyanabildiğimi hatırlatan tatlı kumruların sabah kahvaltısını verdikten sonra, ev halkını uyandırmadan sessizce ilişiyorum balkondaki köşeme.

Sokağın girintili arnavut kaldırımlarında sabahı benden önce karşılamış olanların adım sesleri duyuluyor. Uzun seyahatten döndüğü belli yorgun bir yüz ve onu takip eden valizinin tıkırtıyla ilerleyişini dinledikten sonra, fırından aldığı sıcak ekmeğe dayanamayıp poşetin ucundan bir parça koparan çocuğun ürkekçe etrafına bakıp, kimsenin görmediğine emin olduktan sonra ekmeği yerken yüzünde oluşan masum mutluluğu gülümsetiyor beni. Mevsimin zamanla dans edişi sabahın erken saatlerinde daha net canlanıyor bu tarihi semtte. Yer yer baharın renkli tablosunun baş kahramanı yeşilin, güzün hüznü olan kahvenin solmadan önceki son şımarık tonu olan sarıya görevini devredişi, koşturmaktan belkide hiç farkedemediğimiz, yada izlemeye vakit bulamadığımız bir film gibi dönüyor vizyonda...

Bir an kendi içime dönüyor, bu devasa şehirdeki milyonlarca insandan sadece biri olarak, ben neresindeydim? ne kadarındaydım bu filmin? Diye düşünmeye başlıyorum. Bu şehrin bana kattığı güzellikler ve benden aldıkları sıralanıyorken zihnimde;

Usulca başını okşadım hüzünlerimin
Ellerinden tuttum sevinçlerimin
Yüreğimde demledim özlemlerimi
İzinden yürüdüm öğrendiklerimin
Omuzlarımda taşıdım yüklerimi
Gözlerimden akıttım zaferlerimi

Yıllarıma serpiştirdiği her çeşit duygu ve renge rağmen yinede seviyordum bu şehri. Kim bilir kimlerin hayatları nerelerde hangi renklerde yaşanıyor ama sonunda hepimiz zaman zaman ağırlaşan yaşam şartlarından hep onu suçluyoruz, belki biz de zarar verdik, zorladık, yorduk onu diye düşündüm.
Üzüntü ve kırgınlıklarımızı bıraktığımız uçsuz lacivert sularını,
Sonbaharda yüklediğimiz yorgunluklarımızdan kırılıp düşen dallarını, yapraklarını
Tüm güzelliğiyle salınırken, biraz daha mutluluk uğruna dalından koparılan çiçeklerini,
... ve daha nicesini hesaba katmadan yaşadık.
Milyonlarca evladı vardı toprağında barınan kimisiyle vedalaşmak zorunda kalırken kimisi dünyaya gözlerini onun kucağında açıyordu ama o herşeye rağmen yorucu bir günün sabahında bir anne edasıyla, yüzüme vuran gün ışığıyla bana gülümsüyordu. Ne kadar kızsak da şikayet etsek de sonunda yine birbirimizin yanında dinleniyor, yine birlikte iyileşiyorduk. Sanırım yıllar geçtikçe  o bizden, biz de ondan bir parça taşıyorduk içimizde...

Yoğun ve tempolu hayatıma, az da olsa şehrin bu sakin anlarında yine bana kendimi ve zihnimden akan düşünceleri dinleyebilme, etrafımda olup biten detayları farkedebilme ve bunları içimden geldiği gibi sizlerle paylaşabilme mutluluğunu yaşattığı için teşekkür ediyorum, bir sonraki yazımda buluşmak dileğiyle esen kalın...

Yorumlar

  1. ⚘⚘⚘⚘⚘⚘

    YanıtlaSil
  2. Yaziyi bir okumaya başlıyorsun bir bakmissin sonu gelmis o kadar akici ve guzel...bu kalem daha cok yazmali bence

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yaralar iyileşmez, susmayı öğrenir...

Duygusal gezgin