Hiç söz, çok cevap




Evreni ve daha nicesini çepeçevre kaplayan kader ağının boşluklarından nasibimize dökülenler ve kendi ellerimizle hayatımıza serpiştirdiklerimiz yada döküleni kendi elimizden bildiklerimiz... Çoğumuz için güneşin doğumuyla başlayan yaşam belirtisi, dünyanın her noktasındaki canlıya bambaşka vakitlerde uğruyor. Gün, deseni çoktan belli olan ama bizim bilmediğimiz ve örmemizi bekleyen kader ağının ipleri gibi önümüze seriliyor. Biz ağı ördükçe boşluklarından yerine yenileri dökülüyor. Sonunda geceyi üzerimize çekip yorgun bedenlerimizi dinlendirirken, yeni ipler yeni bir gün için çoktan serpişmiş oluyor. 

Yine kaderin beni, benimde kaderi ördüğüm bir günün sabahında karşıma dizilen yaşam rutinlerimin içinde kaybolmak üzereyken, ruhumun da bedenim gibi bir yaşamı olduğunu ve onun çok daha farklı bir şekilde beslendiğini hatırladım. Ona borcumun bir kısmını ödemek için tüm işlerimi bırakıp kendimi bu güzel havada dışarı attım. Payıma düşen havadan derin derin içime çekerken, gördüm seni... 

Buz gibi taşların arasında, her yanın toz kir içinde, etrafında rüzgarın pervasızca savurduğu ağaç kabukları, kırık dal ve kıymık parçaları, çürük yaprak kokusu, düşüncesizce atılan çöpler... Sen ise tüm bunlara rağmen gökyüzüne doğru kucak açan yara almış kolların, ilham veren güzelliğin, direnişin, dirayetinle saatsiz ve zamansızsın kendi yaşamında.

Yanına eğilip seni izledim bir süre. Hayatı okudum duruşundan. Yanımdan geçip giden insan ayaklarını merak bile etmedim. Belki dahil oldum senin zamansız akışına ama en çokta hayran oldum, minicik bedeninin görünmez bir topraktan fışkırıp engellere meydan okuyuşuna. Yanında dev gibi görünen bir insanken, evrende bir kum tanesi ve tek dünyanın içerisinde yaşayan, milyonlarca dünyadan bir tanesiydim sadece. Sıkışmış bedenin, verimsiz mahalin ve savunmasız fıtratına rağmen, zorluklardan sıyrılışınla gözlerimde devleştin. Kum tanesi kadarken, yaradılışın sirayeti sayesinde devleşerek şimdi üzerinden geçip giden biz devasa insanları, tekrar bir kumun içerisine hapsettin.

Yavaşça ayağa kalktım, kaldırım yüzlerine farklı farklı duygular yerleşmiş insanlarla doluydu. Bir an seni korumak istedim ama sonra geri çekildim. Çünkü seni korumak sandığım şey, belkide mücadelende kazandığın zafere gölge olmaktı. Eski evlerin pencerelerinden gelen rutubet kokuları eşliğinde yürümeye devam ettim. Zorlandıklarımı düşündüm, kaybolacağımı sandığım anları, bittiğini sandığım dermanları ve bizleri sıkıştıran görünmez duvarları... Kiminin geride kalışına, kiminin anda varoluşuna belki de gelecekte bir yerde beni bekleyişine gülümsedim, çünkü o gün ruhuma iyi gelen cevabı senden almıştım.

Bazen konuşma yetisi hiç verilmemiş bir canlıda gizlidir sorularımızın cevabı. Gözlerimizle dinleriz söylediklerini... Dinlemenin duymaya dönüştüğü, anlayabilmenin ise imkansıza yaklaştığı her geçen gün, dilsiz dünyalardaki konuşmaların iyileştirici gücüne olan inancım daha da artıyor.

Hepimize bedenen ve ruhen sağlık, sıhhat ve huzur dolu yaşamlar dilerim.

Esen kalın.

Yorumlar

  1. Çok güzel bir tefekkür yazısı, "gözlerimizle dinleriz söylediklerini" bu ne güzel bir ifade böyle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok çok teşekkür ederim. Bazen gözler dilden daha çok şey anlatır.

      Sil
  2. Bazen konuşma yetisi hiç verilmemiş bir canlıda gizlidir sorularımızın cevabı.Bu cümleniz oldu beni düşüncelere daldıran.. yazınıza paralel olarak bunu idrak edebilmek önemli olan... Mutasavvıf Muzaffer Özak'ın dedigi gibi

    Görenedir görene
    Köre nedir köre ne?
    Duyanadır duyana
    Sağır nice uyana?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Askıda eskiyenler

Yaralar iyileşmez, susmayı öğrenir...

Anestezik yaşamlar